28 Nisan 2014 Pazartesi

Türk Futbolu Einstein'ını Arıyor


Arıyoruz.. Isaac Newton, Archimedes, Carl F. Gauss, Gustav F. Kirchoff, Joseph Fourier, Simon Laplace, Ömer Hayyam.. Hepsini futbolumuzun formülünün oluşturulduğu şu günlerde arıyoruz.. Yanlış anlamayın matematik, fizik, geometri formülü değil bu; futbol formülü.. Ezberci bir milletiz ya ezberle formülü gir sınava geç zihniyetiyle yetişenler, salla bir formül gelsin Avrupa Şampiyonlukları, Dünya Kupaları diyor bu günlerde..

"İlk 11de 5 tane mi yabancı olsun 6 tane mi? Yedek kulübesinde hiç olmasın, yok 2-3 tane serpiştirelim.. E tribüne de atalım 3-4 tane zaten seyirci az, taraftar olur.."

Belki ben işi şakaya alarak yazıyorum ama işin realitesine baktığımızda maalesef bu tablo karşımıza çıkıyor. 2 senedir hararetli bir şekilde tartışıyorlar; yok 6+0+4 olsun, yok 5+0+3 olsun, yok 6+2+2, yok 5+3+0 olsun, olsun babam olsun.. Peki ne için? Bunların hangisinin diğerinden farkı var ve bu "formülleri" uygulayarak hangi ülke başarıya ulaşabilmiş? Hepsi; ilk 11'de şu kadar, yedek kulübende bu kadar, genel kadronda şu kadar yabancı futbolcu bulundurabilirsin demiyor mu? Yani hepsinde bir sınırlandırma söz konusu. Peki bu bize ne katıyor yada ne kattı yada ne katabilir? Ben şu ana kadar futbolumuza olumlu bir katkısı olduğunu düşünmüyorum ama bazı düşünenler şunu diyor: "Türk oyuncularımız daha çok süre alıyor, daha fazla forma şansı buluyor." Buluyor da ne oluyor? Yeteneklerinden dolayı mı forma şansı buluyor yoksa kuralı uygulamak zorunda kalan hocası mı ona forma vermek zorunda kalıyor? Sizce hangisi daha iyi futbolumuz için yetenekli bir yabancı oyuncunun oynayıp futbolumuza kattığı gerek görsel gerek teknik olarak güzellik ve katkı mı yoksa bu formüllerden dolayı daha az yetenekli bir oyuncunun oynayıp yetenekli olan futbolcunun maçı tribünden takip etmesi mi? En basitinden bu bile takım içerisinde haksızlık ve adaletsizliğe yol açmaz mı? Haksızlığın olduğu bir yerde takım olabilmek mümkün mü?

Hadi işin manevi boyutunu bir kenara koyalım, Türkiye'de büyük hedefler koyan 3 tane kulübümüz var: Beşiktaş, Fenerbahçe, Galatasaray. Her sene iddialı kadrolar kurmuyorlar mı? Şampiyonlar ligi gruplar standardındaki yada son 16ya kalan takımlar hepsi olmasa da bazıları maliyet olarak bu 3 kulübümüzden çok mu fazla para harcıyor? Yani o ayarda olan takımlarımız var. O ayarda bulunan takımlarımızda o kalitede Türk futbolcusu bulunması gerekmez mi? Peki o zaman bana Şampiyonlar ligi standartında son 16 yada çeyrek finalde mücadele edebilecek, Barcelona, R.Madrid, B.Münih gibi takımlara sırıtmadan oynayabilecek tamamen Türk oyunculardan oluşan 3 tane 11 (4-4-2 formatında) çıkarır mısınız? Yani sizden üst düzey, 3 kaleci, 6 stoper, 3 sol bek, 3 sağ bek, 6 orta saha, 3 sol kanat, 3 sağ kanat, 6 forvet saymanızı istiyorum. Bizim bu kadar üst düzey futbolcumuz var mı? Zaten var olsa şuanda Brezilya'da düzenlenecek Dünya Kupasını 4 gözle beklemez miyiz? 33 tane Türk statüsünde üst düzey futbolcu sayamadığımız (en azından benim sayamadığım) bir ligde 18 takımı kalitesiz futbolculara mahkum ettiğimizin farkında mıyız? Hani sanki ülkemizde yetenekli oyuncudan geçilmiyor da yüzbinlerce lisanslı futbolcumuzun R.Madrid hayallerini 200 kadar yabancı futbolcu engelliyor! Bazıları haksızlık ettiğimi düşünebilir peki onlara soruyorum: Bizim üst düzey yeterli sayıda futbolcumuz varsa niye sene başında Alper Potuk ihale usülü transfer oldu? Niye uluslararası futbol piyasasında 2M Euro eden futbolcuya 5M Euro, 5M Euro bile etmeyecek futbolculara 7.5M Euro veriliyor bu ülkede?  Koskoca transfer döneminde 2. kaliteli Türk oyuncusunun ismini kimse sayamadı. Resmen kaliteli futbolcu kıtlığı içerisindeyiz.

Asıl sorun futbolcuya verilen temel futbol eğitiminde bunun sporsever olarak ben farkındayım peki bu formülasyonlarla uğraşanlar farkında mı hiç sanmıyorum. Bugün hala futbol yaşantısının son 5 yılına girmiş, yıllardır milli forma giyen yada önceden giymiş, 3 büyüklerde oynayan, bazılarının üst düzey olarak gördüğü futbolcular, kanattan gelen rakibe nereden nasıl savunma yapacaklarını yada hücumda ofsayta yakalanmamak için ne yapacaklarını bilmiyorsa kimse formüllerle bu işin çözüleceği hikayesini anlatmasın. 18 süper lig takımının maçını izleyin, kanattan gelen ortaya doğru ayakla vuran 18 futbolcu (Türk statüsündekilerden bahsediyorum) bulamazsınız. Hal böyle iken biz kendi futbolcularımızın yerini garanti altına alıp onları rekabetsiz bir tembelliğe itmiş olmuyor muyuz? Rekabetin önemini geçen haftaki kadın basketboluyla ilgili yazımda yazmıştım. Orada dediğim gibi büyük başarılar büyük rekabetten doğar ama biz futbolcularımızın formasını garanti altına alarak onları bu ortamdan uzaklaştırıyoruz ve milletimizin temel hastalığı tembellikle baş başa bırakıyoruz. Dikkat edin, bir futbolcu Anadolu kulüplerinde parlıyor, 3 büyüklerden 1i kapıyor orada ilk 11deki yerini garanti etmek için 1-2 sene mücadele veriyor yada kendini aşıyor sonra fısss.. Altında kendini zorlayan bir Türk çıkmadığı sürece seviyesini yükseltmek için hiç kasmıyor. Oysa potansiyeli var ama "nasıl olsa forma benim" mantığında olan, banka hesabında belki hak ettiği belkide Türk statüsünden dolayı abartılı milyonlarca lira hesabı olan, antremanda Lamborghini mi alsam Ferrari mi diye düşünen, 20li yaşlardaki birine bunu anlatamazsınız (kız arkadaş mevzusuna girme gereği bile görmüyorum). Bakın en basit örneği Arda Turan, burada oynadığı futbol çok mu üst düzeydi? Değildi ama en iyi kanat oyuncusu hatta orta saha olarak yorumlanıyor, milli takımımızın en kaliteli futbolcusu olarak söyleniyordu, Galatasaray'daki performansıyla.. A.Madrid'te bugün izlediğimiz Arda Turan futbol olarak buradakinin 3 katı daha iyi, ancak bu performansla orada ilk 11 e girebiliyor.. Peki şimdikinden kat kat kötü olan Arda 3 sene önce nasıl Milli takımımızın kadrosuna yazılan ilk isim olabiliyordu? Bunun cevabı basit çünkü diğer Türk oyuncularımızın futbolu kötü değil rezil durumdaydı.. Arda yeteneği ve kalitesiyle bile çok doğru işler yapmasa da Milli formayı herkesten önce hak edebiliyordu. Peki ne değişti Arda'da; buradaki performansıyla orada ilk 11'in hayal olduğunu anladı, kimsenin pasaportuna yada ismine yada altyapıdan çıkıp çıkmadığına bakarak forma vermeyeceğini gördü, 2 seçeneği vardı ya Emre, Mehmet Topal gibi 1-2 senede pes edip memleket hasretini bahane edip geri dönecekti yada pes etmeyip kendi sınırlarını zorlayacaktı. O saygı duyulacak yolu tercih etti. Bir anı anlatmıştı her antremandan önce tartılıyorlarmış olması gerekenden fazla kilosu olanlar para cezası ödüyormuş. Bunun Türkiye'deki kulüplerce uygulandığını düşünsenize. Sadece bu bile düşünce olarak ne kadar farklı olduğumuzu anlatıyor.

Keşke bugün uygulanan ve önümüzdeki senelerde uygulanması istenilen bu sistemin olumsuzlukları yukarıda saydıklarımla sınırlı kalsa, maalesef.. Bu sene Şampiyonlar Liginde mücadele eden tek takımımız Galatasaray'ın yaşadığı sıkıntılardan biride yabancı oyuncularının formsuzluğuydu. Peki neden? Size birkaç örnek vereyim; Galatasaray'ın gruptaki ilk maçında R.Madrid'ten aldığı hezimette sol bek pozisyonunda oynayan Riera ,yabancı kuralından dolayı, o tarihten önce Galatasaray'ın oynadığı 5 resmi karşılaşmanın hiçbirinde kadroya bile girememişti. Kopenhag deplasmanında 1-0 yenilen Galatasaray'ın sağ kanadı Bruma son 1 ay içerisinde oynanılan son 5 resmi maçın sadece 2 sinde görev yapmış, oda 135dkyı aşamamıştı. 10 kişilik R.Madrid'e 4-1 yenildi diye ayıpladığımız takımın o maçta sol kanadında görev yapan Amrabat, o maçtan önce Galatasaray'ın oynadığı son 5 resmi maçın 1inde sadece 6 dk forma giyebilmişti. Chealsea deplasmanında Avrupa'ya veda eden takımın sağ beki Eboue, son 5 maçın 2sinde sahadaydı.. Bu örnekleri çoğaltmak mümkün ama satırlar sığmaz buna.. Biraz olsun futbolla alakalı iseniz futbolcu için maç yapma istikrarının ne kadar önemli olduğunun farkındasınızdır. Eğer elinizdeki futbolcunun ismi Messi değilse bu fark ortadadır. Bazıları "E kardeşim almasaydı o halde bu futbolcuları" diyor. Kimse tribünde taraftar olsun diye milyonlarca Euro harcamıyor merak etmeyin ayrıca bunu diyenlere şunu soruyorum: Bugün 3 büyükler transfer edecekleri yabancı futbolculara "ya sen bizdeki kuraldan dolayı tribünde oturabilirsin" deseler hangi oyuncu gelir Türkiye'ye? Gelenden bir hayır beklenir mi? Eğer "yabancı futbolcu her kulvarda oynamalı, birinde yedek kalan oyuncu niye alınıyor" mantığıyla düşünülüyorsa o halde niye tartışıyoruz yok 6+0+4, yok 5+0+3ü ilk 11de 5 yada 6 oyuncuda karar kılalım gerisini silelim gitsin. E buda yok..

Daha bugün Fenerbahçe başkanı Aziz Yıldırım'ın açıklamalarını okuyorum;
"Fenerbahçe'nin önünde önemli bir vaziyet var. Ekonomik olarak Fenerbahçe ve diğer kulüpleri zor günler bekliyor. Devlet diyor ki, vergi ödeyeceksin. Geçen sene 80 küsür, bu sene de 93 trilyon Fenerbahçe vergi verdi. Fenerbahçe'nin bütçesi 220 ila 250 milyon dolara yakındır. Fenerbahçe, Türkiye'yi Avrupa'da elinden geldiğince temsil etmiştir. Başarılar kazanılmıştır. Bunun karşılığında devlet, spor kulüplerine yardım da bulunmamaktadır. Devlet, buna karşılık SGM aracılığıyla biletlerden yüzde 7 vergi kesiyorlar. 4-5 senedir bilet fiyatlarını yükseltemiyoruz, çünkü insanların ödeme güçleri yok. Şimdi bunları üstüste koyduğumuz zaman Fenerbahçe'nin paraya ihtiyacı var. Böyle giderse, Fenerbahçe'nin her yere borcu olur Allah korusun. Şu an için böyle bir tehlike yok. Eğer, bana güveniyor ve inanıyorsanız bunlara da inanın."
Allah aşkına Türkiye'de spor bakanlığı ne işe yarar ve spor bakanımız ne yapar? Yani spor bakanımızın tek görevi açılıştan açılışa koşturup tesis, salon yada stat açmak mıdır? Sporumuzdaki temel sorun inşaat eksikliği mi? Eğer böyle olsaydı Fenerbahçe'nin müzesi sayısız Şampiyonlar Ligi kupasıyla dolu olurdu malum betondan anlayan bir başkana sahip.. İnsanımızın %85nin ilgilendiği bir spor dalının ülkedeki en büyük lokomotif kulüpleri mali olarak sıkıntı içerisindeyken (Galatasaray ve Beşiktaş'ı anlatmama gerek yok herhalde) yada bu sıkıntıyı yaşayacaklarına kesin gözle bakılıyorken, bu saçma sapan yabancı kuralıyla Türk oyunculara harcanan gereğinden fazla 10larca milyon lira nasıl bir mantık çerçevesinde izah edilebilir? Bu sayı kontenjanlığı sayesinde sadece yerli değil yabancı oyuncularında gelme maliyetlerini yukarı çektiğimizin farkında değil miyiz? Almeida'ya, Bundesliga'daki hangi kulüp bugün Beşiktaş'tan kazandığını verir?

Bu süreçte, bütün bunların yanında beni en fazla şaşırtan 2 şeyden 1i daha 3 sene öncesine kadar yıllar boyu her mikrofon uzatıldığında Türk futbolunun gelişmesini yabancı kuralının kalkması şartına bağlayıp konuşanların bugün U dönüşü yaparak başka ağızda konuşmaları. Yani Türk futbolunun menfaati 1 yıl (bu mevzuların konuşulmaya başlandığı zamanı baz aldım) içinde bu kadar farklılık  gösterebilir mi? Yoksa bazılarının yıllarca Türk futbolu menfaati olarak bahsettikleri kendi kulüp menfaatleri miydi? Acaba bu kulüpler 1-2 sene sonra bugün konuştukları ağızla konuşmaya devam edebilecekler mi? Aynı kulüpler futbolda yabancı kuralının kalması hatta daha da sıkılaşması için uğraşırken, basketbolda ve voleybolda uygulanan yabancı kuralının kaldırılması için aynı süreçte yaptıkları çalışmalar samimiyetsizliğin göstergesi değil mi? Futbolda Türk oyuncu daha fazla forma şansı bulsun diye uygulanan bu zihniyet, basketbolcularımıza veya voleybolcularımıza neden farklı gözle bakma ihtiyacı duyuyor? Bu soruları sorduğumuz zaman bazılarının cevabı şöyle:" Efendim biz zamanında istedik Galatasaray koymadı." Bu devir ne güzel devir değil mi, çamuru at izi kalsın. 6 sene TFF'de üst düzey yöneticilik yapmış Lütfi Arıboğan'a bu soru "Top Bizde" programında sorulmuştu; Arıboğan, kendi dönemlerinde Galatasaray kulübünden böyle bir talebin gelmediğini, isteyen herkesin o dönemki ilgililere bunu sorabileceklerini söyledi. Zaten Arıboğan doğru söylemese anında ortaya çıkardı, kimseden çıt çıkmadı.

Benim anlamadığım bir başka mevzuda bazı kulüplerin sene başında ve önümüzdeki sene uygulanacak kural için şimdi şöyle bir argümana sığınmaları: " Efendim bu karar önceden alındı biz buna göre kadromuzu ayarladık, planlamamızı yaptık." demeleri. Bir söz vardır "zararın neresinden dönülse kardır" diye herhalde bu arkadaşlar bunu hiç duymamışlar ama yok eğer bunu zarar olarak görmüyorlarsa ilk önce yukarıda sorduğum sorulara cevap verebilsinler sonra yazacaklarımı da iyi okusunlar. Kadro planlamasına gelecek olursak; ben Çatkapısporun t.d. olsam, bana 1 sene önce federasyon gelip 5 yabancı oynatabilirsin dese, ben ona göre kadromu yada alacağım oyuncuları kurgulasam, 6 ay sonra yada 10 ay sonra federasyon gelip "biz bunu değiştirdik 6 yabancıyla da oynayabilirsin" dese, Allah aşkına benim için nasıl sıkıntı olabilir bu durum? Alt tarafı gerek görürsem 1 yabancı daha alırım ihtiyaç duyulan yere oldu bitti.. Hayır almasam ne yazar böyle bir durumda planlama nasıl bozuluyor? Federasyon 1 tane daha yabancı futbolcu alacaksın diye milletin kafasına silah mı dayıyor? Bunun tam tersi olsa anlarım. Fakat şu durumda yapılanın bu şikayetlerde bulunan takımların mağduriyet safsatasının yerine bazı kulüplerin bazı kulüplerle arası açılmasın diye yapıldığını görmemek için ya çok saf olmak lazım yada bu vicdansızlığa ortak olmak lazım. Bugün bu ayıba imza atanların "Türk Futbolu" kelimelerini her ağızlarına aldıklarında benim gibiler için geçtiğimiz 2 senede yaptıklarıyla hatırlanacaklar.

Bir başka masalda; "E Galatasaray 3 yabancıyla UEFA Kupasını almadı mı?". Evet Naim Süleymanoğlu'da ağırlığının 3 katını kaldırıyordu peki bugün kaldırabilir mi? Yani anlatmak istediğim zaman ve koşullar değişiyor. Bırakın 15 yıl öncenin futboluyla bugünün futbolunun önceliklerini, 2 sene önceki büyük takımların (Ş.Ligi yarı finalistler) futbol mantığıyla bugünün futbol mantığı arasında bile farklılıklar var. Bu değişime ayak uyduramayan yok olmaya mahkumdur. 2 sene öncenin kralı Barcelona bile bugün ne durumda ortada.. Kaldı ki Galatasaray'ın kadrosunda 3 değil 5 yabancı vardı; Tafo, Pope, Capone, Hagi ve Brezilyalı forvet Marcio.. Avrupa'da 4 yabancıyla oynardı o takım ve Türk futbol tarihinin en iyi takımı, en iyi yerli oyunculara sahipti diye övüle övüle bitmeyen o takım Chealsea'ye 5-0 yenilmişti aynı sezon. Ş.Ligi'nde grupları H.Berlin bile çıkarken, Galatasaray çıkamamıştı. Yani burda soru şu: Hedef UEFA Kupası mı, Ş.Ligi mi? UEFA Avrupa Ligi kalitesiyle Şampiyonlar Ligi'ni aynı tutanlara değil bu sorum onlar mümkünse yazımıda okumasınlar..  Şuandaki bu savunulan sistemle ancak UEFA'ya takımlarımızın gücü yetebilir, öyleyse kimse Premier ligi izleyip, El Clasico'yu izleyip "bunlar futbol oynuyorsa bizimkiler ne yapıyor" demesin kardeşim!

Bu süreçteki en büyük rezillik ise resmen üçkağıtçılıkla bu kuralı futbolumuza empoze etmeleri. Sene başında bu kuralın uygulanacağı kesin bir şekilde açıklandığında Fenerbahçe dışındaki bütün kulüpler (bugün savunan Beşiktaş dahil) bunun uygulanmasının ötelenmesini hatta hiç uygulanmamasını istemiş en sert tavrıda Galatasaray koymuştu. Buna karşılık yine bazı rengi belli kalemler bunların arasında spor kanallarında programlarda yorum yapan birçok ünlü spor yorumcusu da dahil "Vay efendim 1 sene önce bütün kulüplerin aldığı ve altına imza attığı bu kararı tanımamakta neymiş? Yeni mi aklınız başınıza geldi?" diye utanmadan, sıkılmadan insanların yüzüne bakarak yalan söylediler. Galatasaray kulübü başkanı Ünal Aysal sene başında yaşadığı süreci 2-3 kez anlattı ama belki bilmeyenler için ben özet geçeyim; federasyon bu sene 6+0+4'ün uygulanacağını ve bu kararın 1 sene önce Kulüpler Birliği toplantısında alındığını açıklayınca, başkan ilk olarak o toplantıya katılan yöneticiyi arayıp soruyor, yönetici o toplantıda böyle bir kararın alınmadığını ve hiçbirşeye imza atmadığını hatta kulüp adına imza atma yetkisinin bile olmadığını söylüyor. Bunun üzerine Ünal Aysal sırasıyla Bursaspor Eski Başkanı Rahmetli İbrahim Yazıcı ve Orduspor kulübü başkanı Nedim Türkmen'i arayıp böyle bir şeyden haberdarlar mı diye soruyor. Onlardan da olumsuz yanıt alan başkan, Kulüpler Birliği Onursal Başkanı ve Gençlerbirliği Başkanı İlhan Cavcav'a açıyor. Cavcav bu konunun söz konusu toplantıda Demirören tarafından tavsiye niteliğinde söylendiğini, konuşulup tartışılmasının sonraya bırakıldığını, hiçbir kulübün onay vermediğini ve yazılı yahut imzalı bir belge olmadığını söylüyor. Bunun üzerine Ünal Aysal, Yıldırım Demirören'le konuyu görüşmek için TFF'den randevu alıyor. Randevuda Aysal, Demirören'e imzalı kağıdı görmek istediğini söylüyor. Doğal olarak Demirören kağıdı gösteremiyor ve böyle bir kağıdın olmadığını Aysal'a kendisi de söylüyor. Aysal'ın tavrını gören Demirören kuralın değiştirilmesi için her türlü kolaylığı yapacağı sözünü verip Aysal'ı yolluyor. Ama Demirören'in sözüne ne kadar sadık olduğunu en çok Beşiktaş taraftarı ve Sadri Şener bilir herhalde.. Arkasından Cavcav'a haber gönderen Demirören, kuralın değişmesi için 18 kulübünde imzasının gerektiğini söylüyor!! Yani kural alınırken 18 kulübün onayı yada imzası aklınıza gelmiyor da kural bozulurken mi geliyor bu? Bu ülkede bunu bile savunanlar çıktı!!! Beni en fazla şaşırtan 2. şey bu ülkenin spor basını oldu. Bu kepazeliklere %95i 3 maymunu oynayarak yada transfer balonlarına tutunarak görmezden geldiler 1i bile hergün çıktıkları spor programlarından dönüp diyemedi "kardeşim ne 6sı ne 5i ne 3ü ne 2si dünya nereye koşuyor biz nereye niye dünyanın önde gelen futbol ülkelerini örnek almıyoruz?" diye. Anladım ki futbolumuz benim gibi insanların dışında kimsenin umurunda değil. Bide hala her sabah-akşam çıkıp sözde Türk futbolu için konuşuyorlar! Yazıklar olsun hepsine!

Şimdi gelelim niye bu kadar isyan ettiğime. Aslında şuana kadar yazdıklarımla birçok neden ortaya koydum ama en büyük nedeni şimdi okuyacaksınız. Bu okuyacaklarınızı bugüne kadar hiçbir televizyonda yada hiçbir gazetede bir muhabir yada yorumcunun anlattığını zannetmiyorum çünkü ben kimseden duymadım. Mevzu şu; niye Türk futbolunun gelişmesi ve daha başarılı olması için gerek takımlar bazında gerekse milli takımlar bazında başarılı liglerdeki kurallar esas alınmıyor da Belarus futbol federasyonunun izlediği stratejiye benzer bir formül uygulanıyor? Futbolcularımızı geliştirmemiz esas ise neden Hollanda yada hep örnek verdiğimiz Portekiz futbolunun taktiğini uygulamıyoruz da İsrail futbol federasyonunun kuralına benzer bir kuralla ülke futbolumuzu geliştirme hayali peşinde koşuyoruz? Evet şaka yapmıyorum bizim gibi, ilk 11'nde şu kadar kadronda bu kadar yabancı bulundurabilirsin gibi kuralları UEFA'ya bağlı olan sadece 4 federasyon uyguluyor: Hani 45.000 taraftarı önünde futbol dersi verdiğimiz Fifa Dünya Kupası Elemelerine 4. torbadan katılan Romanya, İsrail, Belarus ve Biz!!! Peki biz niye bu ülkeleri örnek alıyoruz? Bu ülkelerin hepsi UEFA sıralamasında arkamızdaki ekipler değil mi? Niye İspanya'yı, Almanya'yı, İngiltere'yi  yada önümüzdeki diğer ülkelerin yaptıklarını örnek almıyoruz? Yahu Belçika'daki sistemi bile uygulasak şuandakinden iyidir! Romanya, son Dünya kupasının sahibi de benim mi haberim yok! Belarus'un müzesi Avrupa şampiyonluklarıyla doluda ben mi bilmiyorum! Hapoel Tel Aviv, Ş.Ligi şampiyonluklarını seriye bağladı da ben mi ayrı bir alemde yaşıyorum? Peki bu saçmalık neyin nesi bunun bana cevabını verecek 1 kişi var mı bu ülkede? Türk futboluna bunu reva görenleri ve buna ses çıkarmayanları Allah nasıl biliyorsa öyle yapsın!

Son olarak, bu kuralın nasıl bir Türk futbolunu getireceğini merak edenlere sözüm; hiç fazla kasmanıza gerek yok diyor, son Avrupa Basketbol Şampiyonası'ndaki Milli takımımızın halini hatırlatıyorum. İlk 5 te 2 yerliyi zorunlu kılarsan, kendi oyuncularını rekabetten, çekişmeden, mücadeleden uzaklaştırırsan, Finlandiya'ya yenilen, çantada keklik denilen 6 takımlık grupta ve 3. nün bile çıkabildiği grupta, 6da 1 yapan 12 dev ruhsuz adam bulursun karşında. Eğer benim dediklerime itimat etmiyorsanız o dönem İbrahim Kutluay'ın maç sonrası programlarındaki isyanını bulunda bir yerden izleyin. Sporun içinde rekabet vardır, siz bunu çıkarırsanız üstelik bizim gibi sistem nedir bilmeyen, işten kaytarmayı seven insanlarda bunu yaparsanız size Stephen Hawking'inde bulacağı formül fayda vermez. Şayet Stephen Hawking Türk futbolunun bu rezaletini dinlese ayaklanıp arkasına bakmadan koşma ihtimali bile var...